Tivitır yasağı hakkında sürdürülen tartışmalar, polarize
olmuş bir toplumda hiçbir tartışmanın aslında sonuca ulaşmak maksatlı
olmadığını ortaya koyması açısından dikkate değer. Yasak sonrası münekkidler
tarafından ortaya konan Türkiye tablosu; demokrasi kalitesini yitirmiş, totaliter
bir idare tarafından ele geçirilmiş bir ülke imajını pekiştirmeye yönelik. Bu
imajı yaratabilmek için bir kaç senedir yaratılmakta olan "özgürlüklerin
kısıtlandığına" yönelik algı, polarize olmuş toplumun analiz zaafiyetinden
faydalanılarak, toplumun bir kutbuna genel bir kanaat suretinde sunulur hale
geldi. Söz konusu kanaati pekiştirecek en kuvvetli argüman olarak özgürlüklerin
kısıtlandığı epidemisi toplumda sari hale getirilmek isteniyor. Çeşitli
meşruiyet referanslarına sahip kutupların kavgasında, özgürlük kavramını
tartışmanın son derece yararsız olduğunu düşünmekle beraber; tivitır yasağı
konusunu belli bir noktaya getirebilme adına özgürlüğün tezahür çeşitleri
hakkında bir takım şeyler söylemenin ve Türk demokrasisinin evrimini bu
tezahürler üzerinden okumanın son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Paul Virilio'nun "opasitenin incelmesi" olarak
adlandırdığı fenomenin, kamusal alan ile bireysel alanın birbiri ile iç içe
geçmesini neticelendirmekle kalmayıp, reel olan ile virtüel olanı da
birbirinden ayırt edilemez hale getirdiği günleri yaşıyoruz. Bu bakımdan, bu
devrin insanı olarak bizlerin çok sağlıklı analiz etme imkanı bulamadığımız;
ancak gelecek kuşakların hakkını teslim edecekleri bir devirde yaşıyor
olabiliriz. Gelecek kuşaklar, milenyum yıllarını, dünyanın gelişim sergüzeşti
açısından "mutlak reel" devrinin kapandığı, yani binlerce yıl süren
bir algı devrinin sonlandığı ve yeni bir devrin başladığı bir milat olarak
anabilirler. Günümüz insanı artık, sadece yaşadığı dünyayı reel dünyaya paralel
olarak kurguladığı sanal dünyalar ile teksir etme imkanına sahip olmanın çok
ötesinde bir lükse de sahiptir ve kendisini de reel şahsiyetine paralel olarak
kurguladığı virtüel benlikler ile teksir edebilir hale gelmiştir. Bu durumu
sanayi devrimine benzeterek bir paradigma değişiminden bahseden yazarlara hayretle
baktığımı belirtmeliyim. Zira Kuhn'un paradigma dediği şey, kendi içindeki
uyumsuzlukların artması sonrası kendisini ortadan kaldıran ve yeni bir
paradigmaya yol açan bir genel yapıdan ibarettir. Opasitenin düşerek virtüel
alanların yaratılmasını bir paradigma değişimi olarak adlandırmanın
imkansızlığı bu tariften yola çıkarak da varabileceğimiz bir sonuçtur. Şu
durumda olsa olsa virtüel olarak doğmuş yeni paradigmalardan ve paradigmaların
birbirlerine mani olmayacak bir şekilde bir arada temadi edebilecekleri
paradigmalar üstü bir paradigma dönemine girdiğimizi düşünüyorum.
Tanımladığımız şekilde köklü bir algı ve dönem değişiminden
bahsettiğimiz vakit kabul etmemiz gereken realite, bu dönemin henüz şekillenme
döneminde olduğumuz olacaktır. Zira bu devrin yetiştirdiği jenerasyonlar henüz
sinn-i kemale ermiş değil. Yeni düzenin genel kabul görmüş kendisine ait
kuralları ve etik anlayışı yaratılabilmiş değil. Bu dönemin insanı opasitede
meydana gelecek dönemsel yoğunlaşmalara karşı son derece hassas olduğunu ortaya
koyuyor. Bu durum Türkiye özelinde değerlendirildiğinde karşılaştığımız en
temel sorun ise Türk halkının karakteristiği olarak karşımıza çıkan mahremiyet
kavramının bizzat opasiteye gereksinim duyduğu gerçeğidir. Bu düzen içinde alaturkaya
uygun çözüm yöntemleri bulmamız kaçınılmaz bir gereklilik olarak karşımızda
duruyor.
Tivitır yasağının demokrasi kalitesini düşüren bir hamle
olduğu yorumunu reddeden bir kollektif hafızamız var. Zira Türkiye bundan bir
kaç yıl öncesine kadar reel özgürlükler açısından son derece sıkıntılı bir ülke
olarak maruftu. Anadilin kullanımı, din ve vicdan hürriyeti ve dinin kamusal
alanda reprezentasyonu, engelli hakları gibi sayısını artırabileceğimiz onlarca
örnek ülkemizde reel özgürlük alanında var olan kısıtlamalara örnek teşkil
etmekte idi. Söz konusu reel özgürlük kısıtlamalarının kısmen aşılmış olduğu şu
günlerde virtüel özgürlük tartışmalarının tam ortasında kendimizi bulmuş
olmamız, kollektif hafızamızı reel özgürlük ile virtüel özgürlük arasında bir
gerilim yaşamamızı neticelendiriyor. Virtüel özgürlük tartışmasında
açıklığa kavuşturmamız gereken iki temel soru karşımıza çıkıyor:
- Virtüel alanda özgürlüğü kısıtlandığı varsayılan reel
şahısların reel özgürlüklerini etkileyen bir kısıtlama sözkonusu mudur?
- Herhangi bir sorumluluk alanı belirlenmemiş virtüel
özgürlük reel özgürlükleri ne nisbette etkilemektedir?
Türkiye'de Opasitenin günümüze nisbeten çok daha yoğun
olduğu on yıl öncesine kadar virtüel özgürlüğün reel özgürlüğe doğrudan bir
müdahalesi olmadığını söylemek tutarsız bir iddiada bulunmak anlamına
gelmiyordu. Tivitır yasağının temel özgürlük ihlali olarak algılanmasının en
önemli göstergesi opasitenin ne nisbette düştüğü gerçeğidir. Şu halde virtüel
hayat ile reel hayat arasında kabul edilen önem sıralaması zaman zaman yer
değiştirmektedir. Bu durum ikinci sualimizi cevaplandırmamız açısından da son
derece temel bir gerçeği gözler önüne sermektedir: Artık zaman zaman birinci
dereceden önemli kabul edilen virtüel özgürlüğün çıkarı uğruna reel
özgürlüklerden feragat edilebileceğine dair bir algı toplumda yaygın hale
gelmiştir. Hakikatte var olmayan bir kimsenin herhangi bir
sınırlamaya tabi olmayan beyanatının reel özgürlüğü ihlal etmesi virtüel
özgürlüğün selameti namına tolere edilebilir görülmekte. Virtüel hayatta
kendisini teksir eden her bir ferdin birbirinden farklı karakterler ortaya
koyması aslında özgürlüğü kısıtlananın kim olduğu sorusunu karşımıza çıkarıyor.
Reel olmayanın hakkının elinden alınmasından bahsedilebilir mi? Reel olanın
virtüel hakkının gaspedilmesi düşünülebilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder