Translate

25 Mart 2014 Salı

Tivitır yasağı ve demokrasi kalitemiz

Tivitır yasağı hakkında sürdürülen tartışmalar, polarize olmuş bir toplumda hiçbir tartışmanın aslında sonuca ulaşmak maksatlı olmadığını ortaya koyması açısından dikkate değer. Yasak sonrası münekkidler tarafından ortaya konan Türkiye tablosu; demokrasi kalitesini yitirmiş, totaliter bir idare tarafından ele geçirilmiş bir ülke imajını pekiştirmeye yönelik. Bu imajı yaratabilmek için bir kaç senedir yaratılmakta olan "özgürlüklerin kısıtlandığına" yönelik algı, polarize olmuş toplumun analiz zaafiyetinden faydalanılarak, toplumun bir kutbuna genel bir kanaat suretinde sunulur hale geldi. Söz konusu kanaati pekiştirecek en kuvvetli argüman olarak özgürlüklerin kısıtlandığı epidemisi toplumda sari hale getirilmek isteniyor. Çeşitli meşruiyet referanslarına sahip kutupların kavgasında, özgürlük kavramını tartışmanın son derece yararsız olduğunu düşünmekle beraber; tivitır yasağı konusunu belli bir noktaya getirebilme adına özgürlüğün tezahür çeşitleri hakkında bir takım şeyler söylemenin ve Türk demokrasisinin evrimini bu tezahürler üzerinden okumanın son derece önemli olduğunu düşünüyorum.

Paul Virilio'nun "opasitenin incelmesi" olarak adlandırdığı fenomenin, kamusal alan ile bireysel alanın birbiri ile iç içe geçmesini neticelendirmekle kalmayıp, reel olan ile virtüel olanı da birbirinden ayırt edilemez hale getirdiği günleri yaşıyoruz. Bu bakımdan, bu devrin insanı olarak bizlerin çok sağlıklı analiz etme imkanı bulamadığımız; ancak gelecek kuşakların hakkını teslim edecekleri bir devirde yaşıyor olabiliriz. Gelecek kuşaklar, milenyum yıllarını, dünyanın gelişim sergüzeşti açısından "mutlak reel" devrinin kapandığı, yani binlerce yıl süren bir algı devrinin sonlandığı ve yeni bir devrin başladığı bir milat olarak anabilirler. Günümüz insanı artık, sadece yaşadığı dünyayı reel dünyaya paralel olarak kurguladığı sanal dünyalar ile teksir etme imkanına sahip olmanın çok ötesinde bir lükse de sahiptir ve kendisini de reel şahsiyetine paralel olarak kurguladığı virtüel benlikler ile teksir edebilir hale gelmiştir. Bu durumu sanayi devrimine benzeterek bir paradigma değişiminden bahseden yazarlara hayretle baktığımı belirtmeliyim. Zira Kuhn'un paradigma dediği şey, kendi içindeki uyumsuzlukların artması sonrası kendisini ortadan kaldıran ve yeni bir paradigmaya yol açan bir genel yapıdan ibarettir. Opasitenin düşerek virtüel alanların yaratılmasını bir paradigma değişimi olarak adlandırmanın imkansızlığı bu tariften yola çıkarak da varabileceğimiz bir sonuçtur. Şu durumda olsa olsa virtüel olarak doğmuş yeni paradigmalardan ve paradigmaların birbirlerine mani olmayacak bir şekilde bir arada temadi edebilecekleri paradigmalar üstü bir paradigma dönemine girdiğimizi düşünüyorum.    

Tanımladığımız şekilde köklü bir algı ve dönem değişiminden bahsettiğimiz vakit kabul etmemiz gereken realite, bu dönemin henüz şekillenme döneminde olduğumuz olacaktır. Zira bu devrin yetiştirdiği jenerasyonlar henüz sinn-i kemale ermiş değil. Yeni düzenin genel kabul görmüş kendisine ait kuralları ve etik anlayışı yaratılabilmiş değil. Bu dönemin insanı opasitede meydana gelecek dönemsel yoğunlaşmalara karşı son derece hassas olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum Türkiye özelinde değerlendirildiğinde karşılaştığımız en temel sorun ise Türk halkının karakteristiği olarak karşımıza çıkan mahremiyet kavramının bizzat opasiteye gereksinim duyduğu gerçeğidir. Bu düzen içinde alaturkaya uygun çözüm yöntemleri bulmamız kaçınılmaz bir gereklilik olarak karşımızda duruyor. 

Tivitır yasağının demokrasi kalitesini düşüren bir hamle olduğu yorumunu reddeden bir kollektif hafızamız var. Zira Türkiye bundan bir kaç yıl öncesine kadar reel özgürlükler açısından son derece sıkıntılı bir ülke olarak maruftu. Anadilin kullanımı, din ve vicdan hürriyeti ve dinin kamusal alanda reprezentasyonu, engelli hakları gibi sayısını artırabileceğimiz onlarca örnek ülkemizde reel özgürlük alanında var olan kısıtlamalara örnek teşkil etmekte idi. Söz konusu reel özgürlük kısıtlamalarının kısmen aşılmış olduğu şu günlerde virtüel özgürlük tartışmalarının tam ortasında kendimizi bulmuş olmamız, kollektif hafızamızı reel özgürlük ile virtüel özgürlük arasında bir gerilim yaşamamızı neticelendiriyor.  Virtüel özgürlük tartışmasında açıklığa kavuşturmamız gereken iki temel soru karşımıza çıkıyor:

- Virtüel alanda özgürlüğü kısıtlandığı varsayılan reel şahısların reel özgürlüklerini etkileyen bir kısıtlama sözkonusu mudur?
- Herhangi bir sorumluluk alanı belirlenmemiş virtüel özgürlük reel özgürlükleri ne nisbette etkilemektedir?

Türkiye'de Opasitenin günümüze nisbeten çok daha yoğun olduğu on yıl öncesine kadar virtüel özgürlüğün reel özgürlüğe doğrudan bir müdahalesi olmadığını söylemek tutarsız bir iddiada bulunmak anlamına gelmiyordu. Tivitır yasağının temel özgürlük ihlali olarak algılanmasının en önemli göstergesi opasitenin ne nisbette düştüğü gerçeğidir. Şu halde virtüel hayat ile reel hayat arasında kabul edilen önem sıralaması zaman zaman yer değiştirmektedir. Bu durum ikinci sualimizi cevaplandırmamız açısından da son derece temel bir gerçeği gözler önüne sermektedir: Artık zaman zaman birinci dereceden önemli kabul edilen virtüel özgürlüğün çıkarı uğruna reel özgürlüklerden feragat edilebileceğine dair bir algı toplumda yaygın hale gelmiştir.  Hakikatte var olmayan bir kimsenin herhangi bir sınırlamaya tabi olmayan beyanatının reel özgürlüğü ihlal etmesi virtüel özgürlüğün selameti namına tolere edilebilir görülmekte. Virtüel hayatta kendisini teksir eden her bir ferdin birbirinden farklı karakterler ortaya koyması aslında özgürlüğü kısıtlananın kim olduğu sorusunu karşımıza çıkarıyor. Reel olmayanın hakkının elinden alınmasından bahsedilebilir mi? Reel olanın virtüel hakkının gaspedilmesi düşünülebilir mi?


Böylesi bir yasağın demokrasi kalitesi açısından ne ifade ettiğini cevaplamak oldukça zor.  Zira demokrasinin olmazsa olmazı reel demokrat bireylerin varlığıdır. Sanal kişiler üzerinden yaratılan gündemlerin ve oluşturulan kamuoyu baskısının ne oranda reel olduğunun tesbitinin mümkün olmadığı bir ortamda, bu gündemlerin reel demokratik gündeme olan etkisi ve bu etkinin demokrasi kalitesine olan olumsuz zararları ise sürüp giden tartışmalarda gözardı edilegeliyor. Bu sanal gündemin reel gündemi ne oranda temsil ettiğini tesbit edebileceğimiz yegane mecra ise sandık olarak karşımızda duruyor. Belediye seçimleri sadece yerel yöneticilerin tesbit edileceği bir seçim olmanın çok ötesinde, virtüel Türkiye’nin reel Türkiye’nin demokratik platformdaki tercihlerine ne oranda tesir ettiğinin de bir göstergesi olacak.